30 Mayıs 2017 Salı

EDİP CANSEVER’E BİRİNCİ MEKTUP


                                   

Uyuyamadım Edip
Uyuyamadım ve alnındaki kemiklerden biri olduğumu düşündüm
Ve düşündüm otelde unutulmuş bir uyku
Benzer mi ölümün içindeki uykuya?
Kurtuluş’ta hiç tramvaya binmedim
Hiç tramvay hiçlikte kar yağışlarının uzun kırmızı sıcak tramvayı
Manastır ‘a hiç gitmedim
Ama duydum binlerce yılın öncesinde soluk alıp veren bir taşın
Nabzını taa içimde
Sonra senin ölümün yıllar geçtikçe beni buldu
Yıllar geçti mi?
Sanki bir ovada kimseden habersiz ıslanan yaşlı ağaçlar oldum
Durmadan yaşlandım yaşlandım yaşlandım
Ölümünle uzun konuşmalar yaptım – ben gibiydim
Berlin’de bir pastanede dünya haritasına bakmak gibiydim
Yıllar nasıl donduysa senin yüzünde
Demir yığınlarının çürük kiremitlerin bacaların kanser dumanlarının içinde
Öyle kaldım

Kendime bir tabut yaptım senin begonyalarından
Bir mezar
Alfabede ismine rastlanmamış
Yeşil bir içki şişesine baktım - akşama benzerdi
İzmir’de bir otele asıldı yüzüm
Sesim tahta merdivenlere
Kirli temiz çarşaflarına bulandı ruhum
Ruhum ruhum ruhum
Seninle uzun bir intiharda karşılıklı sayfalar gibi kaldım

Güzel yazılar soldukça yapraklarda
Beyoğlu’nda kitapçılar alkoller gibi yayıldıkça caddeye
Sıraselviler’de bir kilise buldum bütün dinlerden
Mazgalların altından şiir sesleri geliyordu
Şiirlerine benzeyen kadınlara benzettim şehri
Ölmüş müydüm?
Ölüyor muydum?
Sesim arttıkça sigara seslerinden sigara sesli şiirler arttıkça
Kırılgan bir anıyı avucumda soldurmaktan yoruldum

Ellerimize sinmiş arduaz ağaçları gravürler müzelik ölümler
Ölümler gizlice utandığımız gizlice unuttuğumuz
Durmadan yanan gece lambasının verdiği huzura benzeyen yalnızlığımız
Yokuşta unutulan rüzgârlarla geyik resimleriyle
Gittikçe büyüyen çöllerin tanrısına mı adanıyorduk
Durdum eskiyen bir anının içinde trenlerle
Yazarken eskiyen bir şiir yazdım

Eski bir evin önünde senin fotoğrafın Edip
Senin ölümü karşılamış ona begonyalar armağan etmiş
Kuyular dolusu gözlerin olan fotoğrafın
Alnında bakımsız bir tarihle kamaşan fotoğrafın
Mandolin çalan çocuk sesleriyle dolu fotoğrafın
Bu fareler krallığı bu zincirden yapılmış gövden
Hepimiz kırk yaşındaymışız gibi bu bezgin ikindiler
Nasıl sığmışız hayatsız bir anıya nasıl siyah beyaz kalmışız
Zamana dağılan parmaklarına sordum

Sonsuzluk ne kadar kısaldı değil mi Edip Bey
Size böyle seslendim bunu duydum içimden
Yüksek kaldırımda birdenbire karşıma çıkan bir kasaba kahvesi gördüm
Belki onu siz de görüp geçtiniz
Belki tuşları kanamış bir piyano gibi hissettiniz kendinizi
Pera’dan Galata’ya doğru çırpınan bir üveyik hayal ettiniz
Bilmediğiniz bir dilde kar yağdı sayfalarınıza odanıza
Menekşelerin sessizce kurumasını seyrettiniz



kitap-lık 190, mart - nisan 2017

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder