18 Eylül 2013 Çarşamba

"Artık çok geç, her zaman hep geç olacak. Çok şükür ki öyle!"

1-    Keyfinin kralı olmak, koca hayvanların ayrıcalığıdır.
2-    Günümüz insanı konusunda bir tümce söylemek yetecektir onlara: Zina ediyordu ve gazete okuyordu.
3-    Temiz bir yaşama hazır mısınız? Herkes gibi? (…) Kimi kim temizleyecek!
4-    Birinin kendini suya attığını varsayın. İki şeyden biri, ya onu kurtarmak için arkasından suya atlayacaksınız ve soğuk mevsimde sağlığınızı tehlikeye atacaksınız ya da bırakacaksınız gitsin, o zaman da suya dalmaktan kaçınmanız bazen tuhaf kırıklıklar bırakacak sizde. İyi geceler!
5-    Tanrılar çıplak bedenlerin üzerine iner ve adalar, rüzgâr altında kabarmış palmiyeden bir saçla taçlanmış olarak çılgınlar gibi sapıtırlar. Deneyin.
6-    Doğruluk duygusu, haklı olmanın verdiği doyum, kendini değerlendirmenin sevinci, bayım, bizi ayakta tutan ya da ilerleten güçlü zembereklerdir. Tersine, insanları bundan yoksun ederseniz, onları ağzı köpüren köpeklere çevirirsiniz.
7-    Dahası, gazetenin ilk sayfasını kaplamak küstahlığını gösteren ve başarıları beni iğrendiren mağara bilginlerine ayrı bir kin duyuyordum. Kayalık bir dar geçitte (bu bilinçsizlerin dediği gibi bu sifonda) başları sıkışıp kalmak pahasına yerin sekiz yüz metre altına ulaşmaya çalışmak, sapık ya da beyni sarsılmış kişilerin marifeti gibi görünüyordu bana. Bunun altında suç vardı.
8-    Kısacası, üstte yaşamak, kalabalığın insanı görmesi ve selamlamasının tek biçimi olarak kalıyor yine.
9-    Gerçekten de cennet bu değil miydi, aziz bayım: Doğrudan kavrayarak yaşamak?
10-    Duygularımızı yalnız ölümün uyandırdığına dikkat ettiniz mi?
11-    Ama biliyor musunuz niçin ölülere karşı hep daha dürüst ve daha cömertizdir? Nedeni basit! Onlara karşı bir yükümlülüğümüz yoktur.
12-    Dostlarımızda sevdiğimiz, taze ölüdür, acılı ölü, heyecanımız, eninde sonunda kendimiz!
13-    İnsanlar böyledir, aziz bayım, iki yüzü vardır onun: Kendini sevmeden sevemez.
14-    Eğer pezevenkler ve hırsızlar her zaman her yerde mahkûm olsalardı, masum insanlar tümüyle ve hep masum sanacaklardı kendilerini, aziz bayım.
15-    Bana öyle geliyor ki, hiç öğrenmemiş olduğum, ama yine de çok iyi bildiğim bir şeyi, yani yaşamayı unutuyorum.
16-    Nasıl anlatayım? Dünya kayıyordu. Evet, her şey kayıp geçiyordu üzerimden.
17-    Gerçek şu ki, her zeki insan, iyi bilirsiniz bunu, bir gangster olmayı ve salt şiddet yoluyla toplum üzerinde egemenlik kurmayı düşler. Bu iş, bir takım uzmanlık konularını işleyen romanların düşündürebileceği kadar kolay olmadığı için, genellikle, politikaya bel bağlanır ve en acımaz partiye koşulur. Herkese egemen olmak bu yolla mümkün oluyorsa, ruhunu küçültmenin ne önemi var, değil mi? Ben de kendimde zulmetme yönünde tatlı düşler buluyordum.
18-    Belli bir yaştan sonra her insan, kendi yüzünden sorumludur.
19-    Tabii, gerçek aşk pek az rastlanan bir şeydir, aşağı yukarı yüzyılda iki ya da üç kez görülür. Bunların dışında boş gurur ya da can sıkıntısı vardır.
20-    Kimileri, “Sev beni!” diye bağırır, ötekiler, “Sevme beni!” diye. Ama en kötü ve en mutsuzu olan bir bölümü de, “Sevme beni, yine de bana sadık kal!” diye. Ne var ki, doğruyu hiçbir zaman kesin olarak anlayamayız, her varlıkla buna yeniden başlamak gerekir. Yeniden başlaya başlaya alışkanlıklar edinilir. Kısa zaman sonra söylem düşünmeden gelir size, arkasından da refleks gelir: Bir gün gerçekten arzu etmeden alma durumunda bulunursunuz. İnanın bana, hiç değilse bazı insanlar için arzu edilmeyeni almamak hiç değilse dünyanın en zor işidir.
21-    Ama yeryüzü karanlıktır, aziz dostum, tahta kalın, kefen ışık geçirmez.
22-    İnsanlar gösterdiğiniz nedenlere, içtenliğinize ve acılarınızın ağırlığına ancak siz öldüğünüzde inanırlar. Hayatta olduğunuz sürece durumunuz kuşkuludur, ancak onların kuşkuculuğunu hak edersiniz.
23-    Kuşkulu olmaktan çıkmak için, düpedüz var olmaktan çıkmak gerekir.
24-    İnsanlar bulgulama bakımından ne kadar yoksul. Bir nedenden ötürü intihar edilir sanırlar hep. Ama iki nedenden ötürü de bal gibi intihar edilebilir.
25-    Başarı havası, belli biçimde taşındığı zaman, bir eşeği kudurtur.
26-    Mutluluğumuz ve başarılarımız, ancak bunları cömertçe paylaşmaya razı olduğumuz takdirde affedilir. Ama mutlu olmak için başkalarıyla fazla ilgilenmemek gerekir. Bunun üzerine, çıkış kapıları kapanır. Ya mutlu ve yargılanır ya da bağışlanır ve sefil olacaksın.
27-    Zenginlik insanı hemen verilecek yargıdan bağışık tutar, sizi metrodaki kalabalıktan ayırıp nikel kaplanmış bir arabaya kapatır, korunaklı geniş park yerlerinde, yataklı vagonlarda, lüks kamaralarda tecrit eder. Zenginlik, aziz dostum, henüz aklanma değildir, ama her zaman hoş karşılanması gereken ertelemedir.
28-    Biz kendimizden iyi olanlara nadir olarak bel bağlarız. Daha çok onların toplumundan kaçarız. Tersine, çoğu zaman kendimize benzeyen ve zayıf yanımızı paylaşan kimselere açarız içimizi. Demek ki kendimizi düzeltmeyi ya da iyileştirmeyi istemeyiz: Önce kusurlu diye hüküm giymemiz gerekir. Yalnızca acınmayı ve yolumuzda cesaretlendirmeyi dileriz. Kısacası, biz hem suçlu olmaktan çıkmayı, hem de kendimizi arıtmak için çaba göstermemeyi isteriz. Yeterli hayâsızlıkta yoktur, yeterli erdem de yoktur. Ne kötülük, ne iyilik enerjisine sahibizdir. Dante’ yi bilir misiniz? Sahi mi? Hay Allah! Şu halde Dante’nin Tanrı ile Şeytan arasındaki kavgada yansız melekler de kabul ettiğini bilirsiniz. Ve onları, bir çeşit cehennem girişi olan, vaftizsiz ölen çocukların konulduğu dehlizlere yerleştirdiğini de. Biz o dehlizdeyiz, aziz dostum.
29-    Yalnızlığım iyice kanıtlandığına göre, kendimi erkekçe bir hüznün güzelliğine bırakabilirim.
30-    Para için ölen ve bir “mevki” yitirdiği için umutsuzlanan ya da ailelerinin mutluluğu için büyük tavırlarla kendilerini feda eden u tuhaf yaratıklara şaşkın ve biraz kuşkulu bir gözle bakıyorum hep. Sigaradan vazgeçmeyi kafasına koyup irade gücüyle bunu başaran o dostu daha iyi anlıyorum.
31-    İnsan tüm yalanlarını itiraf etmeden ölemezdi. Tanrı’ya ya da temsilcilerinden birine değil, bunun üzerindeydim ben anlayacağınız gibi. Hayır, yalanı insanlara, bir dosta ya da örneğin sevilen bir kadına itiraf etmek söz konusuydu. Aksi halde, bir yaşamda saklı kalmış bir tek yalan oldu mu, ölüm bunu kesinleştirirdi. Hiç kimse bu konuda hiçbir zaman doğruyu bilemezdi, çünkü doğruyu bilen tek kişi, sırrının üzerine yatan ölünün kendisiydi.
32-    Yalnızca kadınlara sığındım. Bilirsiniz, onlar hiçbir güçsüzlüğü gerçekten mahkum etmezler: Daha çok bizim güçlerimizi aşağılamaya ya da silahsızlandırmaya çalışırlar. İşte bu yüzden kadın, savaşçının değil, suçlunun ödülüdür. Onun limanıdır o, barınağıdır; erkek genellikle kadının yatağında tutuklanır. Bize yeryüzü cennetinden kalan tek şey değil midir kadın?
33-    Sevmek ve sevilmek ihtiyacında olduğumdan, aşık olduğumu sandım. Başka deyimle, aptallık ettim.
34-    Bu kadın yürek basınını o denli iyi okumuştu ki, sınıfsız toplumun kurulacağını bildiren bir aydın güven ve inancıyla söz ediyordu aşktan. Bu inanç, bilmez değilsiniz, sürükleyicidir. Ben aşktan da söz etmeye çalıştım ve sonunda kendimi inandırdım.
35-    Bir papağanı sevdikten sonra bir yılanla yatmak zorunda kaldım. Böylece, kitapların vaat ettiği, benimse hayatta hiç karşılaşmadığım aşkı başka yerde aradım.
36-    Ama gerçek, aziz dostum, can sıkıcıdır.
37-    İnsan ölümsüzlük oyunu oynar, birkaç hafta sonra ise, yarına kadar gövdesini sürükleyip sürükleyemeyeceğini bilemez.
38-    Her aşırılık diriliği, dolayısıyla acıyı azaltır.
39-    Evet, aziz dost, burjuva evliliği ülkemize terlik giydirdi, yakında da ölümün kapılarına getirecek onu.
40-    Veremli ciğerler kuruyarak iyileşir ve mutlu sahiplerini yavaş yavaş havasız bırakır. İşte ben de böyle, iyileşerek sakin sakin ölüyordum.
41-    Her insan başkalarının suçuna tanıklık eder, inancım ve umudum bu benim.
42-    Bir yasayı benimseyen kimse, kendisini inandığı bir düzene yeniden yerleştiren yargıdan korkmaz. Ama insan acılarının en büyüğü yasasız yargılanmaktır. Biz yine de bu acı içindeyiz.
43-    Ah! Dostum, büyük kentlerde avare dolaşan yalnız kişi nedir, bilir misin?
44-    Mülkiyet, baylar, bir cinayettir!
45-    Hepimiz suçlu olduğumuz zaman, demokrasi olacaktır.
46-    Ölüm yalnız başına olur, kölelik ise ortaklaşadır.
47-    Ben, efendilerin ve onların sopalarının gelmesini beklerken, Kopernik gibi, başarıya ulaşmak için akıl yürütmeyi tersine çevirmemiz gerektiğini keşfettim. Başkalarını mahkum edipte hemen arkasından kendini yargılamamak mümkün olmadığına göre, başkalarını yargılamak hakkına sahip olmak için insanın kendisine yüklenmesi gerekir: Her yargıç sonunda kefaret çektiğine göre, ters yönde yol almak ve sonunda yargıç olabilmek için kefaretçi olmak gerekir.
48-    Zekiler için zaman gerekir. Yöntemi sonuna kadar açıklamak yeter onlara. Unutmazlar, düşünürler onlar. Er geç, yarı oyun olsun diye, yarı şaşkınlıkla masaya otururlar.
49-    Çünkü düşüş şafakta oluyor.
50-    Artık çok geç, her zaman hep geç olacak. Çok şükür ki öyle!

 Düşüş, Albert Camus

" Benim öylesine düz, öylesine durgun zavallı yaşamımda her cümle bir serüvendir." flaubert


15 Eylül 2013 Pazar

günlerden eylül, aylardan ergin günçe


             
                                         

Günlük şarabımız var maşrapa içinde
Külde pişmiş patatesler ve eşsiz pilavzerde
Din kitaplarımız, putlarımız, telvelerimiz
Yeleği de köstekli bir amca kahvesinde
 
Suratı çilli günler, gölgesi uzun günler
İşte bir bağ bozumu, işte bir çıngıl üzüm
Gökyüzüne yaslanıp saatimi kuruyorum
Kimsecikler duymasın bir Tanrı olduğumu
 
İstersen bu Duayı bir Çınara söylerim
Ben kendi başımdaki en önemli şapkayım
Islıkla her türlü marşı çalan bir Arap
Bazan bizim orada bir yokuştan iniyor
 
İşte durumlar böyle ey Kandil Simitleri
Bir değirmen bu günler kalbimi öğütürüm
Serentiler kurarım ömrümü kuruturum
Haritamda denizlerin yerleri değişiktir
 
Günlük peynirinizi bize veriyor
Kızarmış bayat ekmek, suda kaynamış pirinç
Sen ne dersen de yeleği köstekli Kahve
Durup dururken Tanrımı seviyorum
 
Günlerden Eylül aylardan Uzun Eşek
Bir Tabanca çıkarıp kendimi vuruyorum.

Ergin Günçe
 
 

11 Eylül 2013 Çarşamba

ufuk akbal varlığımıza nasıl ilişir?




Sixteen Horsepower’ın “Flutter” şarkısı eşliğinde okuyunuz. / Yavuz Türk 
I.
İlişmelidir.
Çünkü Ufuk Akbal bir Türk entelektüeli olamayacak kadar nazenin, bir Yalçın Küçük serçe parmağı kadar kırılgan ve Ferdi Özbeğen misali duygusal bir şahsiyettir. Ufuk Akbal’ı en iyi onun mizahıyla tanışanlar bilir.
II.
Ufuk Akbal, Türk entelijansiyasına atılmış beklenmedik bir röveşatadır.
Çünkü o, geç dönem Türk aydını gibi Foucault’yu yüceltme gereği duymaz, ondan yalnızca esinlenir; esinlendiği yerlerin de hakkını verir. Baudrillard gibi bir devlet memurunun çocuğu olarak doğmuştur ya da yalnızca atılmıştır bu dünyaya. Baudrillard’dan farkı; kendiyle giriştiği kavgayı bir miktar abartmasıdır ve elbette Türkiye topraklarında avama rağmen havas olmaya çabalamamasıdır. Böyle bir iddia aklından dahi geçmez.
III.
Ufuk Akbal, üslupçudur. Çünkü, bizim aklımızdan geçen kelimeler, onun yüreğinden geçer.
IV.
Ufuk Akbal şairdir.
Bildiğiniz manada değil, Salinger’ın kastettiği anlamda. Yazdığı şiir bir anti-metin, bir anti-şiir olduğu halde şeksiz şüphesiz şiirdir.


Ufuk Akbal 5 yaşlarında, Kumburgaz’da mutlu günlerindeyken.

V.
Ufuk Akbal, yaşayarak bir Türkiye teorisyenidir.
Türkiye’ye rağmen sosyoloji tahsil etmiştir.
VI.
Motivasyon diye bir şeyin var olmadığına inanır. İyimserliği sever. 145T ile seyahat eder, 3.90 tl, oh, mis. Bir iki dilim çavdar ekmeği, dört adet yeşil zeytin, kibrit kutusu büyüklüğünde beyaz peynir ve iki bardak demli sağcı çayı. Melankoliktir.
Askerde, Yasunari Kavabata okumuştur.
VII.
Ufuk Akbal, ekmek parası için ilaç mümessilliği ve emlakçılık yapmıştır. İkisini de becerememiş, bu iki meslekten geriye kendisinde bir miktar sinir, bir miktar sabır dozu kalmıştır. Rivayet odur ki; bir sabah, poğaça ve çaydan ibaret kahvaltısını müteakip ayağa kalkmış ve emlakçının camından Beşiktaş’ın gökyüzüne bakarak şöyle demiştir: “Hepimiz emlakçıyız.”
VIII.
Gastronomi bilir. Sinemadan değil futboldan yanadır. Profesyonel bir PES 6 kullanıcısıdır. Altı yıldır yaptığı yamalarla, PES 6’yı modifiye ederek şahlandıran adamdır.
IX.
Ufuk Akbal’ın yazıları ‘marine edilmiş’ izlenimi verir, oysa çalakalemdir. Şiirleri yalnızca ironiden ibaret gibidir, oysa biraz tütün kolonyası hepimizin yalnızlığına iyi gelecektir. Fıkıh ilmi onunla kendine yepyeni bir anlam alanı açmıştır.
X.
Doğurtma yöntemi olarak küfürleşmeyi yeğlemekte ve salık vermektedir. Zaten o tercih etmez, yeğler; tavsiye etmez, salık verir.
XI.
Beylikdüzü’nden Suriçi’ne, yani babaevine seyirttiği günlerde, bir süreliğine bütün saatler 19.00’u gösterir. O sırada insanlar koşarak metropolleri terk etmelidir. Çünkü Ufuk Akbal tam o saatlerde keçi otlatmaya çıkmıştır.
XII.
Dişçilerin Hürriyet gazetesi okuması hepimiz gibi Ufuk Akbal’ı da şaşırtmaz. Bir zaman geçirme aracı olarak gazete. Bir kendini dinleme biçimi olarak yürüme. Ve bir yalnızlığı hissetme aracı olarak kederlenme.
XIII.
Ufuk Akbal tersine çevrilebilir, tersten de okunabilir; bundan gocunacağa benzemez: Ufuk Akbal ya da Akbal Ufuk.
XIV.
Şehremini Parkı’ndan süzülerek Asım’da iki kır pidesi atılacak, Nev Texas es geçilerek oradan doğru İkinci Adres, üst kat. Şunları da unutmamalı: Kızılelma Caddesi’ndeki Murat Pasta Fırını ve aynı cadde üstündeki meşhur goralıcı. Sonra Cihan Derya Balıkçısı. Bir zamanlar işte bu koordinat üzredir.
XV.
Elbet bizim de başkalarına imrenmeden şiir yazacağımız günler gelecektir.
XVI.
Ufuk Akbal halen sokaklarda yürüyor, sağa sola bakınıp Citibank ATM’si arıyorsa, işsiz ve parasız kaldığında çaktırmadan önünden geçtiği lokantaların camında ‘komi aranıyor’ ilanlarına göz kırpıyor, Şirinevler’de biranın üstüne iki yarım kokoreç çakıyorsa bu dünya elbet yaşanacak demektir.
XVII.
Gündelik hayatın ilmini bilir. Yerli düşüncenin müdavimidir. Başucu kitabı, Dr. Haluk Saçaklı’nın Sağlıklı Yiyerek Zayıflayalım’ıdır.
XVIII.
Ufuk Akbal kimi zaman Ufuk Akbal’a dahil değildir.
XIX.
Sevgilisinin teri gül gibi kokanlarla kalbini attıran şeye biz edebiyat deriz!


gözlüklü şiir


İyi değiliz gözlük bak durmadan
kırmaya çalışıyorlar bizi hiç iyi
değiliz iki gözüm, bende can, sende cam
bırakmadılar, daha kırılacak ne varsa bizde,
gözlüğü olmayanlar çok mu acımasız oluyor
ne, çekip alıyorlar seni gözümden, öyle
çok eziliyoruz ki gözlük, sen bensiz kırık,
ben sensiz karanlık, nerde insanlık
bizi bu kadar kırmasalar, di’mi cam
dostum, onlara da birer gözlük alırdık!
Ne güzel gözümün önünde olman yine,
sensiz ne gülüşün tadı var ne de bakışın
sen olmayınca kötülük daha kötü görünüyor
gözüme, yumruklar daha zalim, sözler daha
sert iniyor yüreğime, sensiz bu dünya
bomboş görünüyor gözüme, sana gözüm
gibi bakacağım, artık senden başkasını görecek
gözüm yok, bizi görmeyenlere
söyleyecek sözüm yok, bizi çok kırdılar gözlük,
bizi tuzlabuz, bizi unufak, bizi camçerçeve
kırdılar da bakmadılar bir kez olsun cangözüyle,
şimdi hem cana, hem cama göz diktiler,
hem gözden düştük hem sözden, bir daha
kırılamayız gözlük, sonumuz olur kırılmak bir daha,
parçamızı bulamazlar ikimizin de! Ah ne bakacak
göz, ne görecek gönül bırakmadılar bize,
bir güzellik kalsaydı, iki ne dört gözümüzle
titrerdik üstüne, candan içeri olan camdan içeri
derdik demesine de, öyle bakımsız, bakışsız
bıraktılar ki gözümüzü, gönlümüzü, ne can
hevese geldi, ne göresi geldi camın,
biz birbirimize iyi bakalım gözlüğüm, canım,
belki onlar da iyi bakarlar kendilerine,
gözlüğüm, iki gözüm, kemiğim, bu sözlerimle
umarım kırmamışımdır seni, zira çok incesin
kırılırsın, kırılır arkadaşlığın camdan kalbi de!

haydar ergülen

9 Eylül 2013 Pazartesi

zorbaların düğünü






Bana bir eş gerek,
Sana bir eş gerek, bize bir eş
Kana kan, dişe diş ve leşe leş
Eğip bükmek için bu kişneyen hayvanı
Tanrım, bana bir harf




Bir sürü
Bir sürü ceset ister
Boynunda mücevherler ister bir ceset
Bir sürüye süslü bir ceset gerek
Bir sürünün dişisine eş gerek beyine köle
Bir eş altın tabakta sunulan bir baştır güzele
Bir güzel hainliği ödüllendirir elleriyle
Beyse her seferinde oğul bekler
Bir gün dönecektir evine hediyelerle
Bir kuma, bir silah ya da yeni bir felsefeyle
Bir gün girecektir gerdeğe kısmetse
Bir gerdek
Baş döndüren bir ahenk
Bir sürüye eğlence gerek elbet ve ne
Bir aşk ne bir davet
Bir türlü yetmez bu birlikteliğe
Bir güvey başlık der, bir gelinse güvence
Boyuna takılar ister bir gelin güvense güvenmese de
Bir düğüne sermaye gerek çünkü
Bir müşterek ölüme
 


Bir Sürü Kışlak


Bir duman bölük bölük
Zeplinler gibi kocaman
Kalın kumaşlardan kırpılan
Paha biçilmez bir duman
Yani dumandan bir dağ
Bir ağ gibi ufkumuza serildi
Bir düğün arifesi, bir av ertesi
Ani bir elektrik kesintisiyle
Cezalandırılmıştık sanki

Bu illet, ekinlerimize dadandığından beri
Dağın ardında pinekleyen, pusan ve sinsi
Bir sürü göz
Bu darmadağın dağarın üstünde
Hükümet etti
Bir süre
Diyelim öyle bir geçiş dönemiydi
Katlandık ve dedik ki
Sürümden kazanılır bu korkuyla
Ölünmese de


Sürüm sürüm süründürür bu korku
Sürgündeki işçiyi
Söndürür hayallerini süsleyen
Gelinin ateşini ve
Rehnalır bir güveyin elindekini
Sıvışacak bir kapı bir aralık
Kalmışsa bir soluk artık
İter sürgülerini ve çeker süngülerini
Rüştünü ispata yeter bu
Çünkü görüldüğünde ödenir
Bir senettir bu korku


Bu korku yeter bana
Bu korku yeter sana
Bu korku yeter olacaklara
Ve olmuş olan ne varsa
Karşılamaya onu
Nasıl bir korku ki bu
Sinmemiş henüz
Korkunun kokusu bile
Yetmez biliyoruz
Avını kovalamağa
Kendisi de av olanın
Değil bir yiğitten bu
Bir yiğidin korkusu değil
Bir arslandan korkuşu gibi
Bir arslanın süreğindeki
Ve aslında
Tüneğine sinmiş
Bir kuşun pusuşu sanki
Yüreğinde koca bir göz


Bir Göz, Bir Çelenk, Vs.


Bir göz
Nasıl da açılmış öyle hayret
Kocaman korkulardan kırpılan bir göz
Ve cumhuriyetçi bir çelenk
İhtilallerin şımarttığı ailesi de
Teşvik ediyor onu –etsin, edebilir
Teşvikiye’de bir plakçı dükkânından
Binüçyüzbilmemkaç teşrin-i sanî’de
Ve bilmem kaç kuruştan ibaret
Bir senete mukabil
Vs.
Aldığı parayla değil
Değil bir gölge oyunu yalnız hem bir
Çelenk hayaletidir.



Devletin çayırında eşinen bir kuduz horoz
(Lâkin bir horoz kat’yyen eşinemezmiş)
Öyleyse bir yapbozdur kusursuz
Ki ânın esrar-ı kadîmi bu belki
Sade bir göz ve onun kırpılışıyla ilgili
Bir göz bu talandan ne yürütebilir
                Biçilen bu cesetten artık, Tanrım!
                kırpıla
                               kırpıla
                                               kırpıla
                Bize kalan nedir
                Size kalan ve bana
Bin yıllık içkilerden hep ustalıkla kesilir
Ölümün surlarından savrularak
Meydanların kocamış boşluğuna
Adını veren bir şaire –Örtün!
Evet, ancak örtün dedirtir
Ve bu garip bir kinayedir lüzumsuz
Artık her şiirde şiirden bahsedilir.



Her Kuma


Hiç müşteri çıkmadı bu nadide çeyize
Herkesin gözü vardı bu bohçanın içinde
Ne zalim gelinmiş bu bir metelik vermedi
Ah ne diller dökmüştük öleydik dizlerinde

Hem tokat kadar sırnaşık
Hem korku kadar sağlam
Her an daha dakik ve
Her nedense sıradan
Herkes gibi kuşkusuz yeterince tedbirli
Her delikten sızarken seçemiyor kendini
                Hemen hemen seçemiyor
                Her neyse seçemiyor
                Hadi diyelim seçemiyor
Halbuki yetkili makamlarca seçilmiş bu göreve
Hiç okumamış olsa da işinde tecrübeli
Hizmette kusur etmez ve
Hainlik nedir bilmez
Hiç kimsenin malında bir dirhemcik gözü yok
Hakkıdır onun da herkes gibi eğlence



Halk içinde pek meşhur bir göz kusurudur bu
Her kuma oynar burda bu kumar oyununu
Her gelinlik kızın hiç yoktan tutulduğu
Hayırsızın birinden hamiledir kimbilir
Hani vakit var daha bir tedbir alabilir
Hele de hamileyse hayırsız bir velete
Huzuru kaçar elbet ölebilir acından
Hiç kuşkusu yok ama kesin hamile değil
Herşey yerli yerinde mükemmelen uyuyor
Her soylu eşya gibi öyle güzel kırpılmış
Hâlâ zinde ve yeni formunu da koruyor


Bir Dumrulun Bir Dumrula Söylediği


Bu kamunun aklı ermez bir durumdur
Bunu hem deliler bilir hem de Dumrul
Burda Dumrul’a bir can veren çıkar da
Can diler bir canan çıkmaz onun yoluna
Dumrul bağlar atı kamunun çıkarına
Ve nedendir işi hep deliliğe vurur

Aman bu kamu da ne pasaklı bir duldur
Yanıp tutuşmuştur etekleri çaresiz
Çıkar çıkınından hep masallar uydurur
Gel bu homurtunun sen kapusunda dur
Kapıdan boynunu uzatırsa bir dev
Devir boynunu bir gözünden onu vur



Ben Allah’ın kuluyum ben bir deli dumrulum
Ben bu yolun başında inadımdan dururum
Yol Allah’ın yolu da geçmek bedava değil
Geçmek için biraz hırs biraz ilim gerekir
Ben bu yolun başında inadımdan dururum
Ben de sizin gibiyim bir Allah’ın kuluyum

Ben de sizin gibiyim bir Allah’ın kuluyum
Anlı şanlı bir beyim bir tek kölem yok benim
Severim gönülden de bir tatlı söz etmedim
Borçluyum ödeyemem katilim öldüremem
Zorba değilim amma hep zorbalık ederim
Yeğdir zorbalık çünkü zorbaya dilenmekten

Bana bir eş gerek,
Sana bir eş gerek, bize bir eş
Kana kan, dişe diş ve leşe leş
Eğip bükmek için bu kişneyen hayvanı
Tanrım, bana bir harf




Bir harf kıyam eder ardında
Bir harfin kıyımında diriltir seni bir damla su
O çatlamış tohumu, o göveren kalbini
O bir damla suyla yuğ
                Ki çarpışır seninle çatlayarak bir ırmak
Çarpışır kıyasıya kıyısında kalbinin
Sen o seri hoş, o serseri yelkensin
Kendi güzelliği peşinden esen sen ey deli kan
Koş ve koştur ardından pençelerinin
Tarhlarından südler sızan baygın gecenin
Loş ve başıboş caddelerinden
                Silinirken arması
Düşen arkadaşın, o son neferin
Attığı bir nâradır gürleyen ancak
Budur sana avuçlarından
Sana budur kanatlanacak
Bir nacaktır o, bir bilge silah
Yekpâre bir alev parıldar andan
Haydi ondan ‘für dudaklarına
Yüzlerce kurşun sür damarlarından



Her er bir beydir burda
Beylerbeyidir her bey
Yüreğinde bir göz
Beyninde bir el
Taşır yolu kaybeden bir rehber
Bükebilir yüreği bir göz
Çelebilir zihni bir el
Bilir bunu kıyam eden her nefer
Ve kıyametini kuşanır ilkin
Kalkar her seher vakti kıyam eder
Alnından kurşun seker de
Kuşku sekmez asla gönlünde
Yalnız bir kuşun sekişi belki
Bir seferi erteler
 

hakan şarkdemir