1 Kasım 2012 Perşembe

kürtçe bilmeyenler için son ilahi



                                


bir Pazar günü çıktık yola
en çok öpülecek dudakların zamanlarına denk gelmiş diyelim bu yolculuk
unutarak da edilmiyor ki, yeni baştan doğuyor sanki rüzgar güneş ve görüntü
illa ki şarkı dinler oluyoruz ağlamak için, yabani 
ve nerden bulduksa bulduk o izbe, sokaksız köşe başını
tuttuk biraz yağmur ısmarladık gibi olduk yani
biz büyüğüz, tekerleklerin altında eziliyoruz
ve nerden bulduksa o izbe, tutulmuş köşe başını
sevdiğimiz her şeye artık bir müddet duruyoruz

öyle çok durduk ki şimdi, öyle çok durmak hele bu köprüde
yeşil bir ev yaptılar bütün denizleri biz görmedik
günün bitişiyle başlıyor perde kapatmalar, yaman
kırlangıçlar nereye sokuldular yangındaki halleriyle
sahil de nerden çıktı, duraktayız biz durakta, 
seyretmediğimiz güz filmlerini hatırladığımız yerde
yani biz tam ortasında bir baharın falan
uçmaya kıyamayan kuşlar kadar göç edebiliriz elbette senden
buradayız, yalnız biz değil, lütfen, yalnızlık da yeşil olabilir senin yüzünden
zira çok eskiden diye bahsedilen yerlerden geliyorum
neler yapmadım ki neler otobüsle gelirken
bütün renkler kırmızıydı ne yapmalıydım, benim kırmızı yaralarımdan akan acılar hariç her yer
gitmeliyiz ile kalmalıyız arasındaki bir şarkının en nakarat yerinde
ben durdum ama otobüs kalkıyordu seni götürmeye


diyelim ki durmadan Pazar günleri yaşıyorduk 
ıssız, susuz ve paramparçalanmış mevsimlerde
bir kırlangıç çok ağlıyordu sessiz, perdeler asılı her zamanki evlerde
gemiler batıyorsa batsın, zaten bizde hep kahır, üstelik filiz beni sevmiyor 
sevmek ancak bir gazete kağıdına sarıp eve götürülen ecza
yoksa o adam kırlangıcı ne yapsın yatak odasında 
ve kadına diyeceği var ki bunu ,yolda unutulmasın diye sık sık tekrarlıyor  
arabanın bagajında, sonra yeri çok sağlam, sonra vatan, sonra harikulade vatan
bari bu gece bizde kalsın bu aşk be adam dedirtme bana demesin mi kadın
hani yıldız kaymıştı ve domates ekecektin bahçeye böylece diye devam etti ama sahiller kırlangıca dönüşmüştü bir kere
bahçe yok, domates marketten alınmış, çocuklara dayak atacak bissürü polis yetiştirilmiş
bilmez misin? dedi

ama yağmur öyle yağıyordu ki                                                                                                                 nerdeyse aşıktık, nerdeyse Pazar değildi, nerdeyse kadın kırmızı bluzunu giymişti                                   biz de çarşıdaydık, üstümüze olan uçakları düşürüyorduk                                                                             bir şeylerin farkına vardığımıza başlamaya inanıyorduk

meğer bir gömleği nerden aldığına bağlı olabiliyormuş mesela
diye fark ediyorduk hemen aşkı 
etrafta kırlangıçların dolaşacağı kadar Pazar değildi henüz
belki de yatakları toplamamıştık ondandır, 
ama ne yapsak da kurtulamıyorduk çarpışmaktan doğan bir gemiye
buzdağı olmaktan
yine de 
vakit gelmemişti o mersedesten inmeye, buna razı değilim
inme, o tür pis şeyleri gemine alma, ben sana daha küserim
çaresini tükettiğimiz ağrıları çalıyor bak şarkı, 
çünkü doğal olan bişey vardıysa şimdi karnı bıçaklıdır, hissedemeyiz
ancak şarkılarda olabilir bundan böyle kırlangıçlar
nerden beri, kimden sonra, hangi sapakta kaldı yağmur
bilir misin?


bana nerden bulacaksın o yağmuru o pazarı o köşe başını sen
hep düşer gibi uçacaksın bir daldan bir dağa
kendinin öyle güzel zamanlarda oynamadığı bir film bulursan göster bana
ben saçakaltı, ben hikaye, ben düne razıyım tekrar yaşlanmaya
dolaşıyorum yerden çok yüksek ipler üstünde
büyüklük sende kalsın bıçaksız gel döneceksen buraya
hem bıçaksız dolaşmalısın ki bulabilesin baharın izini, unutabilesin
görebilesin diye o sahneyi, ödüller aldıracak rahatlıkta yapmışlar zaten bu hikayeyi
sen duyma, sen hep son katlarında intiharın, sen burada uzun uzun bekle
bu ülkede beklemenin yakışmadığı adam var mı ki
biraz daha ekonomi, biraz daha trajedi, sonra kimseyi kıskanmadan sana birkaç dakika
bir bahçe bul erik koparınca daldan seni çocuk sandıkları, gülerek kovaladıkları
çocuklar da yaşlanır deme, kırlangıçlar kitapların ayracıdır, hangi hazirandan başlamalı ölmeye
ey sen, ey beni boğmamış denizler, neden benim gemilerimi görmediniz
neden yağmurlu bir öğleden sonrası, kaplamamış tüm bedeninizi 
elinizdeki bıçakla sizi gören olursa bunları ona anlatın
içeri alan olursa kapılardan içeriye girmelisiniz 
sen diye bağırmaktan kimler sizi terk ettiğinde vazgeçtiniz diye soracaklar çünkü
hazırolda durun

yeşil yaprakların, tertemiz güneşler eşliğinde çıktığı bir kasabada  
panzerlerin ezdiği yollar biziz, hep terk ediliyoruz, hep bir kat daha asfalt dökecekler kapkara 
yalnızlığımızın hırkası var tepelerin sırtında, biz tepede olmayı hiç hak edemeyecek miyiz
sorusuna gayet şık cevap verirdi oysa general bir Pazar ayininde
ama artık mutluluğu sehpa dağınık görünmesin diye yere seriyorlar
bunun için almayı düşündüğüm atkıyı da yaktım özenle, ses çıkaran ormanı da 
bu yüzden serçe parmağımı bir kuşa ödünç vermek gerektiğini bile bile 
özenle unuttuğum dağlarımın bile ardına serdim uzunca
uzunca bir süredir görmedim seni, köprüyü yıktılar burunlu bir hikayede
devasa bir fırtınaya rağmen okula parmak kaldırmaya gelen çocuklara bakmak için
avare avare dolaştığım sokaklardan ve lambalardan ayrıldım
ayrılırken gece değildi, ve ben 60 yaşına varmış bisikletlere artık binemeyeceğim

Erkan Can

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder