23 Kasım 2010 Salı

rüzgar




Uçurtmamı rüzgâr yırttı dostlarım!
Gelin duvağından kopan bir rüzgâr
Bu rüzgâr yüzünden bulutlar yarım
Bu rüzgâr yüzünden bana olanlar

O ceviz dalları o asma o dut
Gül gül mektup mektup büyüyen umut
Yangından yangına arda kalmış tut
Muhabbet sürermiş bir rüzgâr kadar

Sezai Karakoç

   

22 Kasım 2010 Pazartesi

ses ve öfke ve ölürken





“İYİ BİR YAZARIN ALTEDEBİLECEĞİ TEK ŞEY ÖLÜMDÜR.” WİLLİAM FAULKNER.

                         


21 Kasım 2010 Pazar

YALNIZLIK ŞARAPLARI

                                    


   Kış defterleri için kırmızı cümleler birikti kalbimde. soğuk bir akşam ezberimde. ben o yeteneksiz sevgilerin adamıyım. yoktan yere yarattığım kül renkli hatıralar yığınıyım ve sarhoş bile olmayan. bakkal tavsiyesi bir şarap ve damağımda yaktığım ağıtların tadı. üstüm başım dalgınlık. ayık olmaktan usanmış ama sarhoş da olamamış. arada kalmış.başka bir hayata bakmaktan kör olmuş.hatıralarını kendine başka şekillerde anlatmaktan usanmış.zoraki şair,zoraki yalnızlık,zorlama arkadaşlık,ruhunu pazara çıkarmak için bekleyen.ebedi teşhirci.sakat bilinç.hastalıklarından çiçekler devşiren iyimser. zehrine şekerler atmaktan kireçlenmiş kemikli bir ruh. pas tutmuş dil. daha da küçülüp bir bakışta yok olma isteği. kendine bakan ayna.

   Kendini sırtında bir kambur gibi taşımanın yorgunluğu.sefaköy soğuğunda yakışıklı yürüyüşler.Süleyman Unutmaz diye biri YOK.onu kullanan her neyse o var.soğuk bir caddede kaybolan kızlar yok.ölülerle dolu bir dünyada kelimelerin ruhundan başka bir ses de yok.var olmaya çalışan şarapların kızıllığında eriyen bir dünya da yok.uykulu gözler ve buharlaşan gövdenin yankısı var.eşyalar ve saatler ruhuma kurulmuş tuzaklar gibi sokulurken üzerime saldıran sabah da yok.eşyalar yok ve saatler yok.gövdeler yok.bir çift göz var.kendine görüntüler uyduran minyatür bir tanrı gibi oyunlara teşne.hayal kurar gibi yaşamak hevesinin mahvettiği kalp yetersizlikleri.ve çocuklar yokluğuma tutunurken yaptığımız düş soğuğu uçuşlar.camların ötesinde çok sevdiğim gri gökler sadece benim gördüğüm bir düş.tabiri olmayan düşler çarşısında ayaklarımın bin yıllık sesi.ve çocukların hatıralarına zorla sokulurken büyük bir adam pozlarında, güldüklerinde kıskıvrak çocukluğuma yakalanmanın heyecanı.
    
     BİZ aşkı gökyüzüne dualarla yolladık. güzel isimler yağdı avuçlarımıza.o isimlerden eller, bakışlar, uzadıkça boğulmaya gönüllü gittiğimiz ırmaklar yaptık.biz aşkı bir bakışa hapsettiğimizde kanatlanması için gözyaşları büyüttük.biz aşkı yüzümüzün nuru saydık da her ayrılık yüzümüzde bir gölge bıraktı.titreyen dilimiz sevgilinin yasından tutulsun istedik.şarapsız sarhoşluklardan sonraki sonsuz gecelerde bu kırmızı içkiye gönül indirdiğimizden mahcup olduk.bizim gecelerimizin hiçbir yerde kaydı tutulmadı.ruhlarımızın kanatları tutuştu da eski sokaklarda, yeryüzündeki kanatsız sürgünlüğümüz ağrımıza gitti.cennetten kovulan peygamberler gibi kaldık kullar arasında ve acılarımızı hissettirsin diye Allah’a yakardık.biz mutlu olmak istemedik.derinlik sarhoşluğuna kapılan balıklar gibi sonu kayboluşlarda biten yolculukların düşünü kurduk.ölüme bakan hüzünlü gözler ilk bize çarptı.telaşımızı buna yorduk.düşümüzde seyrettiğimiz sonsuzluktan sonra sabahlara hiç inanmadık.

   Biz güzeldik. kelimelerin gördüğü düşler gibi savrulan eteklerin ardından yüzümüzü yakan rüzgarlarla kalakaldık. bizim gözyaşlarımız toprağa düşmedi. hikayemiz yazılmadı. ama her gece bize böyle anlatıldı bu yalnızlık. yalnızlığımızı varlığımızın ispatı bildik.öyle sarıldık ona,öyle yakalandık,kaçamadık. kalbi kırılanların güneşi henüz doğmadı.masalımızı gözlerimize sığdırdık ve kimseler görüp okumasın diye bakışlarımızı da kendimize sakladık.hayatın çarpıttığı insanlar arsında bizim ışığımız yalnız kendi gözlerimizi kör etti.her insanda o muhteşem varlığımızı seyre daldık.kendimize sunulan en değerli armağanlardık.

   Bizim Allah’ımız bize hep aramayı ve bulmamayı öğretti. ondan öğrendik kaybolmayı. kayboluşumuzdan topladığımız yolculuklarla doluyuz. birbirine aşık iki hüzün gibiyiz onunla. hiç ayrılmadık.hiç kırılmadık birbirimize. biz, hiçbir kavuşmanın dindiremeyeceği öyle bir hasretle doluyuz ki o hasrete aşık olduğumuzu anladık. ömrümüzü böyle uzattık, böyle taçlandırdık. kalbimize döktüğümüz şaraplar sevgilinin yokluğuydu. öyle ki tepeden tırnağa aşkla dolu bir yürek kesildik.

   Biz bu çölde adı aşk olan seraplar görmeye dünden razıyız. hiç ayılmamaya, bulmamaya iman etmişiz.Allah her gece bize fısıldıyor kimsenin duymadığını, bilmediğini.ve her gece bin ömre yetecek nefeslerle dolup taşıyoruz.ibrahim’in kurban etmeye götürdüğü biziz.ama bıçak boynumuza yaklaştığında göklerden gelen ses bizi her gece yeniden var kılıyor.biz zaten hiç ölmeyeceğiz.çünkü:

   Biz
         ALLAHIN
                                YERYÜZÜNDEKİ
                                                            HATIRALARIYIZ.
                                                                               

29.11.2008

9 Kasım 2010 Salı

OLDENBURG TERSANESİ




Metal kırıklarıyla

Var mıdır bayrak yerine kan çekilen yokşehir
Var mıdır panayırlarda yangın çıkaranlar
Masallardan kovulmayan hala prensesler
Orada
Süvari alayı bir şiire
Bir aşka saldırır laternalarla
Orada yürek çarpıntısı kaleleri tutan ordular hece ölçüsüyle adımlar
Bir yanılgıya yıkarlar ters aynaları
Ben orada başlarım bir masaldan bir şehre
İskambil kâğıtlarından horozlar çıkarırım
Vakitsiz ve düğünsüz kiraz bahçelerinden
Dumanlar bulurum gözlerimde
Boynum tutulur rüya görmekten kuklalardan

Bilmiyorum var mıdır Oldenburg Tersanesi
Gemiler çürür mü limanlarda
Geniş kanatlarıyla o büyük kartal
İnerken bir yılanla kâğıtlarıma
Uykusuzların gecesini kime saklar tanrımız
Tanrımız: Cennetimiz     
                 Cehennemimiz

                         
                                                                    
 Mart 2003
 Eliz Edebiyat - Ekim 2009

8 Kasım 2010 Pazartesi

BİR CLINT EASTWOOD ŞİİRİ



Bir Clint Eastwood şiiri yazmalıyım
72 model bi şiir Michigan gölüne süzülürken
Daha fazlası için daha güzeli için
Hedefi göğünden vuran yaşlı bir ses gibi
İnmeliyim küçük şairlerin suratına
Tüm filmlerinin dış sesi olmalıyım


Allah’ım
Sen ve ben varız bu odada
Ve o adam kin gibi ağırlaşan gecede
Sanki elleri bütün rüzgârlardan kurumuş
Çöllerden ıskartaya sonsuzluklar toplamış
Gene kimin yerine üşüyen ayaklardan
Ateşe verilmiş rüyalar gibi
Türkçesi olmayan uykular bulmalıyım


Güneşi boşa çıkmış ilkgençlik ayinleri
Çınlatırken kulağını tüm devrik bekârların
Duvarların kanından sana aksın ayetler
Sen münzevi göz rengi bize tepeden bakan
Sen orda gerçeğin yalana ram olduğu son perde
İnmelisin tarihin tökezleyen atından
Kemiğimden yükselen kemanlarla bir olup
Birkaç hırçın melekle omzuna konmalıyım


Eski kâğıtlar işte mistik tuhaf ve mosmor
Ne sabahın sisini giyinecek bir barbar
Ne kravat iğnesi ruhunu açık eden
Ne var ki arkasında yaşadığın hayatın
Sanki beni muhatap kılıp hüzünle gülümsüyor
Şimdi tam da şuramda ihmalkârlığıma pas
Şimdi seni kim anlar bu şiiri yazmasam
İkimizi anlatan bir ıslık çalmalıyım


Dünyaya bıraktığın altı el silah sesi
Hayatın çeperinde buz tutmuş Amerika
Sen ki filmlerinde erdem erkek tanrılı
Huzur içinde uyu bütün uykularını
Bolca küfür kilise seni keşişler tanır
Çarmıhı gövdemizde ihtiyar İsa gibi
Cennetinin ufkunda sen ve Gran Torino
Ölümümü hak edip orda bulunmalıyım







4 Kasım 2010 Perşembe

TESELLİ BURCU




evli olduğunu düşünüyorum
çocuk arabasıyla sürüklenirken bulvarda
oysa gözlerim
akından başlıyor akmaya


kenevir tohumu almaya çıkmıştım
yağmur yoktu
telaşlı bir yürüyüşe eklenmişti keder
dilenci avucunu açtıkça hayata
borç gibi arttı yürüyüşüm
karda kurt izlerini karda kurt izlerini
karda kurt izlerini hatırladım


yağmur yağsa da
buğulansa zaman
yağmur
yağmasa da
zaman…

12 nisan 2003
Dergah -  Temmuz 2009

KÖPRÜDEN ÖNCE SON ÇIKIŞ


O senin kadınların tırnakları gam yükü
Evlerin alfabesi toz tutmuş saçlarında
Gözlerine dokunsam okunaksız bir keder
Konuşsam dillerini karşılıksız bir vebal
Hayata açılmayan kapılar gibi
Odalarda biriken eski Türkçe akşamlar


O senin çocukların anneleri gökyüzü
Nisanın avlusunda toplanmış küçük sesler
Ellerine dokunsam hangimiz daha yaşlı?
Konuşsam dillerini sütbeyaz defterlerde
Güneşe adres soran yalnızlıklar gibi
Mevsimlere sığmayan taşra renkli anılar


O benim yalnızlığım dağıtılmış şehire
Tanrının göz nuruyla yürünmüş sayfalarım
Gözlerimi anlasam yelkensiz çocukluklar
Herkesin yanlışından nakışlanmış sabahlar
Gömleğimi kanatan türküler gibi
Tabiri hiç olmayan düş soğuğu sevdalar…

bir nokta temmuz 2009
Edebiyat Ortamı 2010 şiir yıllığı

Bİ ŞEYİM YOK


 

Ben iyiyim
Odadan odaya yaşıyorum burada
Bahar falan geliyor dışarıdaki otlara
Birden hafifliyor havalar pencereden dolunca
Gözlerini kısmış bir yalnızlıkta köpüren çaylar
Adımın terkisinde dul kalmış aşklar
İyiyim, bi şeyim yok


Öyle büyük kelimelere de ihtiyaç duymuyorum
Gülümsüyorum halime herkes uyuyunca
Topuğu çıkmış bir kadının elinden tutuyorum düşlerimde
Birbirimizi anlamaya yetiyor bu
Hem kimse bir şey getirmeyecek bana
Bendeki neyse onu yaşayacağız onunla da
Böyle iyiyim, bi şeyim yok


Kalbim çok hızlı çarpıyor sevgilim
Bakışlarım titrese de sana bakınca
Harfsiz bir ayna sanki ben beyaz yüzün
Gecikmiş bir sadelik ikimiz arasında
Bunu da seviyorum kıssadan hisse gibi
Durmadan bir yürüyüşü koyuyorum ortaya
Çok hızlı yutuyorum merdivenleri
İyiyim, incinecek kadar…

Kimseye verilmiş bir sözüm yok
Kimseyi beklemiyorum
Cumartesi ikindilerine benziyor hayatım
Bazen gökyüzü damlıyor kâğıtlarıma
Bazen kan bağıyla bağlanıyorum kaderime
İyiyim, hiç bi şeyim yok                         



ELİZ EDEBİYAT - Mayıs 2009                                                      

TEYAKKUZ

                  



Ben en çok insanlardan alnımda koyu leke
Kekre baharlar içre Alsancak’ta gemiler
Yumşacık kaldırımlar adımlarım kekeme
Boynunda kokularla yağarken ikindiler


Ben İzmir’de Kordon’da buz gibi banklarda yas
Gümüş savuran rüzgâr çarşı kafe yirmi beş
Çat kapı orda burda ne alfabe ne niyaz
Haki eğnimde atlet ter tutan öbür kardeş


Gecede ağır tütün asfaltta tuzsuz mendil
Otogar yalnızlığıma havlayan birkaç köpek
Hem sağır sarkaç gibi kuyularda taşa sert
Hem bitişik yazılarda inim inim inlemek


Mektupsuz fiillerim siftah olmuş yalama
Ne uzakta bağ evi ne saçında şarkısı
Şaşı baktıkça berrak mahsusçuktan harita
Şimdi çok mu mutlu ne cılız değil yankısı


Ben de ordaydım orda deniz yüklü gemiler
Savrulan başakların yaza kattığı telaş
Parklarda yolun sesi davetsiz arabeskler
Belki biraz soğuk kan belli ki biraz yavaş


Isıtmış kedileri salya sümük çığlığı
Biraz daha yakından bileğinde balkonlar
Sehpada küllü tabla yatağında sandığı
Yıldan yıla yılanlar yıldan yıla yılanlar

Kasım - 2009
Yedi İklim - Kasım 2010